YERYÜZÜNÜN CENNET BAHÇELERİ


“Çiçek ve balık isimlerini bilmeyen hikaye yazamaz” demiş Sait Faik, çünkü çiçek ve bahçe kültürü bakmayı değil görmeyi bilene ve gördüğüne anlam katabilene layığınca güzeldir.


Bahçecilik ve felsefesi
Eski Türk inancına göre; gök, dağ, taş ve ağaç yaratanın tecellisidir ve dolayısıyla kutsaldır. Bu inanış, kültürel devamlılığın bir sonucu olarak Türk bahçe sanatına her dönemde yansımış ve bahçenin biçimlenmesinde önemli bir faktör olmuştur. Gezginliğinin sonucu olarak, Türklerin doğa kavramı bahçe sınırları içinde kalmamış; ovalar, ırmaklar ve dağlar ölçeğinde düşünülmüştür. Göçebe gelenekleri olan ve geçimini kurak yerlerden sağlamış bir milletin toprağı hem sürekli, hem de salt zevk için düzenleme kavramını ancak devletin yerleştiğine ve koruyucu kudretine mutlak inancının yer edişinden sonra benimsemiş olması çok doğaldır.
Türk tarihinin erken çağında özellikle Çin kültürünün ve İran, Çin ve Hint bahçecilik uygulamalarının da etkisi vardır. Bu karşılıklı etkileşimin izlerini Hindistan’da Türk İmparatorlarınca yaptırılmış ve hala genel özelliklerini kaybetmemiş bahçelerde de görebilmek mümkün.
10.yy’da İslam kültürünün tüm dünyaya yayılış göstermesi sonucunda ‘Cennet Bahçeleri’ ni yeryüzünde kurma çabalarına yol açtı. Gelişen kentleşmenin olumsuz ve çarpık etkileri olarak insanın doğadan kopma sürecinin hızla gündelik hayatta yeşil rengin sadece salatalarda görülecek hale gelmesiyle birlikte kent ormanları kavramı doğdu.
ormanların sağlık, spor, estetik, kültürel ve benzeri gibi sosyal fonksiyonlarını halkın hizmetine sunmak, aynı zamanda teknik ormancılık faaliyetleri ile yöredeki flora ve faunanın da tanıtılması amacıyla metropoller, iller ve büyük ilçeler gibi yerleşim yerleri civarında düzenlenen alanları ifade eden kent ormanı kavramı oksijen üretimi ve kirli havayı süzme yoluyla toplum sağlığına yaptığı katkılarla akla gelmektedir.
Bahçeler ve ideolojiler
Merkezi bir sudan beslenen dört bölümlü bu şemaya Cihar Bağ adı verilir. Bu keskin geometrik düzen simgesel öneminin yanı sıra, sulamayı kolaylaştırdığı için Mısır, Asur ve İran uygarlıklarında da ilgi görmüş,Yakın Doğu, Eski Yunan, Roma, İslam etkisiyle de İspanya ve Hindistan’a kadar yayılmıştır.
Bu şema, Ortaçağ manastırları ve şatolarında da kullanılmıştır. 15 ve 16. yüzyıllarda bu geometri hacimsel mekanlara da yayılmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda bahçeler su ile ilgili icatlarla ve adeta tek başına sanat dalı haline gelen bitkilere form veren budama sanatı Topiari düzenlemeleriyle görkemli bir gösteriye dönüştürecektir. Barok bahçeler matematik ve kozmik yasalarla doğadan arındırılmış, doğayı boyunduruk altına almaya çalışan Fransa’nın mutlakiyetçi rejimine uyum sağlayarak toplumsal ve politik gücün sembolü haline gelmiştir. Pagan inancındaki "kutsal koruluk" kavramı Çin'de din ve felsefeyle birleşerek özgür doğaya dönüşür. Avrupa'da gündeme gelmesi içinse Aydınlanma Çağı'nı beklemek gerekecektir.
Çağın ütopik özlemlerini sembolize eden liberal İngiliz bahçesinde, bahçe çitleri hendeklere dönüştürülüp görünmez kılınarak doğa bahçeyle birleştirilmiştir. Kıpırtısız göller, uçsuz bucaksız çayırlar, mezar, tapınak, harabe gibi yapay elemanlar tartışmalı bir doğallık için kullanılan unsurlardır. Bu bahçelerin esin kaynağı Çin resmi etkisindeki romantisist peyzaj resmidir. 19. yüzyıl tarihselciliği, geometrik üslubu tüm özellikleriyle yeniden gündeme taşır. 20. yüzyılda Modernizm etkisinde bahçe tasarımı, mimariyi destekleyen bir unsur olarak ele alınmıştır.

Osmanlı ve Türk bahçeciliği
Türk kültürünün kökleri; Orta Asya’daki göçebe, gök tanrı inanışına sahip, savaşçı halkların kültürüne dayanır. 4000 yıllık Türk tarihi süresince Türk milleti, tüm Avrasya üzerinde farklı medeniyetlerle etkileşim içinde olmuş, bazı kültürlerden etkilenmiş, bazılarını da etkilemiştir.
Türkler İslamiyet’in kabulünden sonraki dönemlerde de eski inançlarını ve bu inançlara bağlı olarak gelişen uygulamalarını silip atmamışlar, bu inanç ve pratiklerin bir kısmını kabul ettikleri yeni dinin içinde devam ettirmişlerdir.
Tabiat Kültü, doğada görülen her şeye; ağaç, ırmak, dağ tepe gibi ruh ve canlılık atfedilmesi inancıdır. Gök Tanrı Kültü ise; çok tanrılı doğacılıktan zamanla tektanrıcılığa yönelmeyi belirtmektedir. Dolayısıyla Türk inancının belirgin karakteri, kendine özgü bir tür doğacılıktır. Batı kültürünün etkisinden önce Türk bahçesi, düzenin yalınlığı, yaşam mekânı olması ve işlevselliği ile tanımlanır. Bu dönemde, yapı ile bahçe arasında simetriyi yaratan belirgin bir aks yoktur. Bahçede; dış mekânda oturma ve yemek yeme alanları ana yapılar ile bütünlüğü sağlar, eğimli alanlarda arazi formu ile bahçe arasındaki ilişki teras bahçeleri ile yaratılır ve terasların her biri farklı işlevlerde değerlendirilirdi. Bu nedenle; Türk bahçesinin en önemli karakteristiklerinden biri, bahçede yer alan plan elemanlarının simetriye dayalı tasarımı ortaya koymasıdır.

Cennet Bahçeleri
Doğaya olan saygı, doğal form ve düzenden hoşlanma duygusunu bahçe tasarımında izlemek mümkündür İslamiyet’te yapılan cennet tasvirinin; “cennet içinden ırmaklar akan, büyük havuzlar ve şelaleler bulunan, çeşitli türlerde ağaçlar ile hurma bahçeleri ve üzüm bağlarından oluşan bir bahçe mekanı olarak vurgulanmaktadır” rolü büyüktür.
Genel olarak Türk ve Osmanlı bahçeleri İslam bahçeleriyle birlikte ele alınır. İslam bahçeleri düşünce ve inanç açısından ortak kavramlarda buluşsa da İran, İspanya ve Hindistan gibi farklı topraklarda kültürel farklar nedeniyle müşterek bir bahçe şeması oluşmamıştır. Bizans ve Pers bahçelerinin görkeminde cennet idealleriyle karşılaşan çöl insanları Cihar Bağ şemalı bu bahçelerden yola çıkarak kendi yeryüzü cennetlerini yaratacaklardır. Arap kentlerinin ve bahçelerinin gösterişi zamanla Müslümanlar arasında fikir ayrılığına neden olur. İslam’ın temel değerlerine bağlı mutasavvıflar dünyevi bu hırs karşısında tepki gösterirler. Onlara göre yeryüzü bahçesi her noktasında Tanrı'nın yer aldığı, iç dengeyi bulmaya hizmet eden ruhani bir mekândır. Açıkçası, çeşme,
sebil, selsebil vb. yaptırıp insanların susuzluğunu gidermek bir çeşit ibadet olarak
görülmüş ve bazı hayırseverlerde çeşme yaptırmak bir çeşit yarış, zamanla sevap
kazanma amacını da aşarak bir zevk ve başlı başına bir estetik haline gelmiştir. Tüm maddi aşırılıklardan arınmış, sadece vazgeçilmez olanla yetinen bir inancın eseri bu yalın, alçakgönüllü yaklaşım Çin ve Japon kültürlerinin doğayla ilişkilerinde de izlenebilir. Bu anlayış Orta Asya insanının doğaya bakışına da çok uygundur.
Bilirim âşıksın güle
Gülün hâlinden kim bile.
Bahçedeki gonca güle
Dolaşıp söz atma bülbül.
Yunus Emre Gül Kasidesi
Osmanlı bahçeleri hem oryantalist hem de klasik-antik bahçe kültürünün sentezi olarak İslam bahçelerinden farklılık gösterir. Cennet bahçesi şeması bu bahçelerin pek azında kullanılmıştır. Suyun ve çiçeğin kullanımı Anadolu bahçelerine göre daha gösterişlidir. Bunlar Anadolu bahçesi geleneğinin sürdüğü dinlenme ve sohbet mekânları, ahşap kameriyeler ve kafesleriyle evin gölgeli, serin ve alçakgönüllü uzantılarıdır. Çiçek sevgisiyle kültürü her gün artarak yüzyıllar boyunca gelişmiş ve Osmanlı’nın o eşsiz çiçek bahçeleri ortaya çıkmıştır. Çiçek sevgisinin en önemli göstergesi, sanatın her alanına yansıyan çiçek üslubunun ete kemiğe bürünmüş hali olan birbirinden nefis eserleridir.
Dünyevi mekanda bir cennet köşesi yaratma arzusu ile bahçelerinde bu tür canlı ve cansız materyalleri kullanarak karakteristik Osmanlı bahçesini meydana getirmiştir. Osmanlı bahçelerinin tasarımlarında karakteristik dört köşe büyük mermer havuzlar, gölge veren ve meyve yetiştiren büyük ağaçlar, sarmaşıklı ve salkımlı çardaklar, set ve merdivenler, fıskiye ve selsebiller, çeşme ve ağzından su akan aslan heykelleri, gülistanlar, lalezar ve çemenzarlar gibi canlı ve cansız materyallerle bezenir.
Bahçelerde genellikle ağaçlardan çınar, dışbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlenbik, defne, erguvan, ve ahlat, bezeme elemanlarından gül, lale, sünbül, zerrin ve karanfillere yer verilmiştir. Osmanlı bahçesini, mimarisi gibi zevk ve duygunun yansımasıdır.
Osmanlılar, önceden saptanmış katı kurallara uygun bahçeler yaratmak yerine, arazinin topografyasına, iklimine, kısacası koşullarına uygun bahçeler oluşturmak yolunu seçmişlerdir; su kanalları açmak yerine, bahçelerini akarsuların bulunduğu yerlere yapmışlardır. Çiçekleri ve ağaçları katı bir düzen içine sokmamışlar, çeşitli ekler ve müdahaleler yaparak, bahçeye kendiliğinden gelişmiş görüntüsü kazandırmayı tercih etmişlerdir.

Ayrıca Osmanlı devrinde Türk bahçesinin, bahsettiğimiz belli başlı unsurları gibi; içerik ve karakter itibariyle birbirlerine benzer özellikler gösteren bir ev veya bir konağın, bir köşk veya bir sarayın en önemli bir bölümü olarak da mimari bütünlük içinde değerlendirilir.
Tayland Kralı’nın tahta çıkışının 60. yıldönümü ve 80. yaşını kutlamak için Chiang Mai’de düzenlenen Uluslararası Bahçecilik Sergi ve Fuarı, sevgi temalı ‘Türk Bahçesi’ ile renklenmişti.
Türkiye’de ve özellikle İstanbul, Edirne, Bursa gibi büyük şehirlerde eski devirlere ait Osmanlı bahçelerinin tasarımı Türk Bahçesi’nin düzenindeki yalınlığı, yaşam mekanı olması ve işlevselliği ile yapı ve bahçe arasında simetrinin anlatıldığı, arazi formu ile bahçe arasındaki ilişkinin her birine farklı işlevlerinin verildiği teras planlamasında simetrik tasarım kendini göstermiştir.



Dünyada Bahçeler
Çin’in Yuan Yuan Bahçeleri
Yuyuan Garden aslında müze olarak hizmet veren bir alan. İçerisinde çok güzel Çin bahçeleri barındırıyor. 16. yy’da inşa edilmiş olan bu bahçeler günümüzde 2 hektarlık bir alana yayılmış durumda. Altı temel bölüme ayrılmış ve bu bölümlerin her birinde farklı yapılar, köprüler, kuleler, bahçeler, minik göller görmek mümkün. Fotoğraf ve video sanatçıları için harika bir malzeme sağlıyor.
Şanghay’ın eski kent merkezinde yaklaşık beş hektara yayılmış bir arazi içinde görmeye değer bir bahçe saray var. Bahçe, yaşlı ebeveynlerine bir huzur ve mutluluk vermesi için Ming Hanedanlığı zamanında yaşamış vali ve haznedar Pan Yuduan tarafından 1559 yılında kurulmuş. Bahçenin inşaatı yirmi yıl kadar sürmüş.
Şanghay’a her gidenin görmesi gereken bahçenin en güzel zamanı tüm çiçeklerin kuru ağaçları apansız süslediği erken bahar aylarıymış. Bu bakımdan çok şanslıyız çünkü pembe-beyaz saray manolyalarını çiçeğe bürünmüş hallerinde görebilirsiniz.
Dört yüzyıl öncesinin geleneksel Çin mimarisi tarzındaki bahçede bulunan salon, avlu, kaya, ağaç, havuz, geçit, köprü, köşk, mobilya ve sanat eserleri öyle çok ki insan hangi birine bakacağını, bilemiyor. Geleneksel Çin mimarlık anlayışı –bugünlerde Feng Shui olarak izliyoruz- bahçenin yapımındaki temel kurallarda kendini gösteriyor. Yine bu geleneğe göre bir bahçede olması gereken dört unsur; mimari yapılar, kayalar, sular ve bitkiler tüm mekana öyle dengeli ve uyumlu yerleştirilmiş ki yüzyıllar öncesinin zevki, estetik anlayışı ve sanatsal yaklaşımı bugün bile gezen herkesi hayran bırakıyor.
Şanghay’ın eski kent merkezi Yu Yuan, Bund denen bölgenin güneyinde yer alıyor. Yu Bahçesi’ne ulaşmak için önce zigzag bir köprü yoldan geçmek gerek. Yolun zigzag biçimde yapılmış olmasının nedeni kötü ruhların sadece düz yollardan ilerleyebildiklerine olan inanış; çetrefilli yollarda şaşırıp hedeflerine ulaşamıyorlarmış. İçi altın balık kaynayan gölün üzerindeki köprü yol bitince bir çayevi binasına varılıyor.
Çayevi Çing Hanedanlığı döneminde 1784 yılında göl üzerinde bir köşk olarak yapılmış. Yüzyıl sonra ise çayevine dönüştürülmüş. Çayevindeki geleneksel çay seremonisi bugünün insanının hızlı temposuna uydurulmuş, zarif Çinli hanımlar son derece hızlı hareketlerle minik demir demliklere çayı döküp boşaltıyorlar. Birkaç kerelik döküp boşaltma ardından demlik size ikram ediliyor. Çayların tadı ve kokusu nefistir. Islanınca açılıp kocaman çiçek olanlar, gül goncaları, çeşit çeşit yeşil çaylar, yaseminler, insan hangi birini seçeceğini şaşırıyor.
Çayevi çıkışında sola dönüp ilerleyince duvarlarla çevrili Yu Bahçesi’ne varılıyor. Bahçeyi çevreleyen duvarın üstü kıvrılarak dolaşan dev ejderler biçiminde tasarlanmış, gerçekten çok etkileyici bir görüntü veriyor. Ejderhanın Çin kültüründe çok önemli bir yeri var. Koca bahçeyi çevreleyen bu duvarlarda toplam beş ejderha var, muhteşem görüntüleriyle bahçeyi koruyorlar. Ayrıca çatı saçaklarına yerleştirilmiş yüzlerce irili ufaklı heykelden bazıları da koruma görevini üstlenmiş durumda. Geleneksel kıvrık uçlu çatı bitişlerine dizili, her biri bir anlam ifade eden kaplan, aslan, maymun, geyik, kuş, savaşçı, derken başımız yukarılarda geziyoruz.
Güneydoğu Çin’e özgü Suzhou bahçe stilindeki yapılar ve peyzaj mimarisi gezenlere çok hoş sürprizler sunuyor. Bahçe içindeki yolları, avluları, havuz ve köşkleri birbirine bağlayan geçitler ve kapıları var. Ziyafet salonu, tiyatro sahnesi, dört metre yüksekliğindeki çirkin yamuk ve yaşlı “yeşim kayası” (jade rock), dört yüz yaşındaki ginko biloba ağacı, kıpkırmızı balıklarla dolu büyük havuz ziyaretçilerin hayranlık ifadelerine sürekli şahit oluyor.
Hanedanlar sona erdikten sonra uzun yıllar ihmal edilen bu güzelim bahçe (saray) 1853’te Yabancı emperyalistlere karşı kurulan “hançer birliği” örgütünün ev sahipliğine bürünmüş. O dönemin izlerini taşıyan el yapımı silahlar, paralar, eşyalar “bahar salonları” denen köşkte sergileniyor.
Müzenin dış kısmında, irili ufaklı dükkan sizleri hediyelik, hatıra eşya satabilmek için bekliyor. Çin mutfağını da yerinde tatmak için pek çok alternatifiniz var. Yemek konusunda daha muhafazakarsanız, daha tanıdık lezzetlere de ulaşmanız mümkün. Yemeğinizin keyfini, tarihi Çin dokusunun içerisindeyken daha iyi çıkarırsınız. 400 yıllık geçmişe sahip olan Yu Yuan bahçesini gezmeden önce bu bahçenin eski sahibi Peng Yuduan’dan bahsedilmesi lazım.
Ming hanedanı döneminde bakanlık yapan Pan Yuduan, babasının mutlu yaşaması için 28 yıl boyunca bu bahçenin inşası ile uğraşmış ve bu bahçeye Yu Yuan adı, yani mutluluk adını vermiş. Fakat babası Yu Yuan bahçesini göremeden öldü. Bahçenin sahibi Peng Yuduan’da ailesinin ekonomik sorunlar yaşaması üzerine bu bahçeyi satmak zorunda kalmış.
Yeni Çin’in kuruluşundan sonra Shanghai belediyesi bu bahçeyi onarmak için büyük bütçe ayırdı. Yu Yuan bahçesi günümüzde yaklaşık 30 hektarlık bir alanı kapsıyor.
Çin mimari ile yapılmış kapıdan geçtikten sonra eski sahibinin yemek daveti verdiği salon görülebiliyor. Tahtadan yapılan salonda tahta oymaları göze çarpıyor. Duvardaki tahta oymasında tahıl yazısı oyulmuş. Bu bereket olsun anlamına geliyor.

Salonun arkasında kayalardan yapılan bir tepecik bulunuyor. 12 metre yüksekliğinde bu tepecik binlerce ton ağırlığındaki kayalardan yapıldı. Üzeri ot ve çiçeklerle süslü ve hiç toprak görülmüyor. Kireç ve tutkal pirinç ile birbirine yapıştırılan canlı ve sağlam görünüyor. Kaya dağının en yüksek noktasından civardaki ırmağı seyredebilirsiniz.
Yanyana bulunan iki koridorun bir geniş, diğeri ise dar.Koridordan çıkılınca bahçe sahibinin oturduğu salona giriliyor. İçindeki mobilya Hint inciri ağacından yapılmış. Bunun için kışın ılık, yazın ise serindir. Salonun tam karşısında hanedan ailesinin eskiden opera izlediği, küçük bir sahne var. Aslında Çin’i gezerken mimarinin birbirine benzediğini düşünülse de Çin’in uzun tarihini ve kültürünü yansıtan mimari aslında yörelere göre değişiyor.
Salon ve içindeki sahneyi gördükten sonra Yu Yuan bahçesi turu sona eriyor. Shanghai’ya gelen yabancılar Yu Yuan bahçesini çok seviyor. Çünkü Yu Yuan bahçesi şu anda Shanghai’nin en önemli ve ilginç alışveriş merkezi durumunda.

Emirgan Korusu

Bir gevher-i-yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır

Şair Nedim, İstanbul Kasidesinde, Güzelliği ancak,d ünyayı aydınlatan güneş ile iki deniz arasında tek parça bir mücevhere benzetiyor. Hoş havası ve suyuyla Cenneti İstanbul’un havasında ve yerinde arıyor.Nedim’in dünyaya değişilmez,dediği İstanbul’un sayfiye ve bahçelerine olan düşkünlüğü şiirlerine de yansıyor. Bir başka şair ise Bahçeleri ve ağaçlıkları ile ünlü Emirgan’a hayranlığını
“Bir şeyde gözüm yok, kuru bir can kâfi,
Hoş-beş edecek ehl-i ihvan kâfi,
İkbaline bel bağlamadım dünyanın
İstanbul içinde bir Emirgan kâfi." Sözleriyle anlatıyor.

Emirgan Korusu’nun hikayesi, 16. yy.ın ortalarında Sadrazam Sokulu Mehmet Paşa'nın bahçeyi, nişancılarından Feridun Bey’e hediye etmesiyle başlar. Bir yazlık köşk ve müştemilatı ile başlayan koru içindeki binalar zaman içinde genişledi ve arttırıldı.
17.yy, da IV. Murat'ın Revan Kalesi’ni savaşmadan teslim edip Osmanlı tarafına geçen İranlı Prens Emir Güne Han' a teşekkür hediyesi olarak vermesiyle yeşermeye başlayan bahçe, birkaç kez el değiştirdikten sonra 1860' lar sonunda Mısır Hıdiv’i İsmail Paşa’nın büyük ahşap sarayının arka bahçesi olarak geliştirilmeye devam etmiştir.
Eskiden Uluköy, Mirgün isimleriyle anılan semt, bu bahçenin güzelliğiyle Emirgan ismini almıştır. 472.000 m2'ye kurulu olan park, 1930’larda Satvet Lütfı TOZAN tarafından satın alınmış, 1940' lar başında ünlü İstanbul Valisi Dr. Lütfi Kırdar tarafından kamulaştırılıp şehrin mülkiyetine geçirilmiştir ve 1943 yılında halka açılmıştır. Koruluktaki üç köşkü de İsmail Paşa yaptırmıştır.. Emirgan Korusu Sarıyer ilçesinin hatta İstanbul'un en gözde dinlence parklarındandır. Koru her türlü ihtiyaca cevap verecek şekilde tanzim edilmiştir. Koru florasının zenginliği, çeşitli çiçek ve gülleri ve onlara aşık bülbülleri ve 120'den fazla ağaç türü ile ilgi çeker.
Emirgan Parkı, Boğaz'ın gelen büyük ağaç varlığının günümüze kalmış zengin parçalarından biridir.
Bizans döneminde isminin Kiparodis ismiyle anılan Emirgan’ın isminin bölgedeki servi ağaçlarından aldığı bilinmektedir. Koru her yıl düzenlenen "Lale Bayramı" na da ev sahipliği yapmaktadır. Emirgan Korusu içindeki orman yıl içinde 7924,3 ton karbon birikimi sağlamakta, 1854.20ton tozu yutmakta ve 211,7 ton oksijene çevirmektedir.
Emirgan Korusu, servi, fıstıkçamı, manolya, erguvan, Lübnan sediri, Emirgan'ın kuzey batısındaki yamaç ve sırt üzerinde yer almaktadır.Evliya Çelebi Seyahatname’de bu bahçenin dışında binlerce dev ağacın gölgelerinde aşıkların oturduğunu yazmıştır. Müze-saray olarak değerlendirilen Kasr-ı Hümayun’da Sultan Abdülhamid'in çalışma ve yatak odaları bulunmaktadır. Arka cephesinde çok değerli bitkilerin olduğu bir serası olan Mabeyn-i Hümayun’da II. Abdülhamid tarafından yapılmış ahşap eşyalar bulunmaktadır. Çadır Köşkü, iki katlı ve sekizgen bir planlıdır.Köşkün geometrik mimarisinde Osmanlı’nın farklı dönemlerdeki değişil kültürlerle yaşadığı etkileşimini sezmek mümkün. Ahşap işçiliğinin üst düzeylere çıktığı köşk, çeşitli restorasyon çalışmaları sonrasında halka açılmıştır. Koru içinde yer alan binalardan Sarı Köşk 1979, Pembe Köşk 1982 ve Beyaz Köşk 1983 yılında restore edilmişler. Pembe Köşk’ün restorasyonunda Reha İsvan,Nezihe Araz, Refis Övüc,Turgut Cansever,Kristin Tuğlu ve Kadri Tuna’dan oluşan bir ekip köşkü müze haline getirmek için biraraya gelmiştir. Emirgan koruluğu içinde ayrıca iki de gölet bulunuyor. 2004 yılında ayak kısımlarından kesilerek Sarı Köşkün gölet bahçesinden çalınan geyik heykeli Emirgan Korusu’na tekrar yerleştirilirken sanat eseri hırsızlığında İstanbul farklı bir boyutta örnek vermişti. Hırsız tarafından çalındıktan sonra bir hurdacıya satılırken bulunan heykel aslına uygun olarak onarılarak tekrar eski kaidesine yerleştirildi. Heykelin yer aldığı Sarı Köşkün alt kısmında bulunan gölet bahçesinde çocukların 7 cüceler mağarası dediği bir peyzaj alanı var. Patikaları ve köprüleri takip ederek göletin etrafında gezinirken göletin sembolleri haline gelen ördekleri ve su kenarındaki kuşları seyredebiliyorsunuz. Bahçe, konaklar arasını doldurmak için ağaçlandırılmış bir alan olarak kullanılmıyor. Aksine konaklar, bahçenin güzelliğini süslüyor.Korunun restorasyonlar ve genel düzenlemelerden sonra, bugünkü uslubunda da romantik bir İngiliz bahçeciliği ve Avrupa etkileri görülüyor.





Kaynaklar: Zafer KAROĞLU , Mimari Bakış ,Bahçe mimarisinin tarihsel gelişimi ve Türk bahçesi
İlkden Tazebay, Nevin Akpınar ,Türk Kültüründe Bahçe,Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları
Candan KUŞ ŞAHİN,Ulvi Erhan EROL, TÜRK BAHÇELERİNİN TASARIM ÖZELLİKLERİ, Süleyman Demirel Üniversitesi Serhun SAĞLAM, Ulaş Yunus ÖZKAN,Orman Fakültesi Dergisi
I. Ulusal Akdeniz Orman ve Çevre Sempozyumu,26-28 Ekim 2011, Kahramanmaraş,555Kent Orman Kavramı ve Planlama Örnekleri
İ. Müge Özgüç Erdönmez , S. Aslı Aydoğdu Ünlü,
Kentsel Açık Alanları Etkileyen Sanat Akımlarının Türkiye’deki Yansımaları: İstanbul Örneği, İ.Ü. Orman Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Peyzaj Planlama ve Tasarımı Anabilim Dalı,
Halûk Dursun,Şehir ve Kültür:İstanbul
Gülcan Nair,İstanbul'un tarihi korularının değerlendirilmesi,Bahçeşehir Üniversitesi

Yorumlar