Ardına yaslanakoydu ol ağaç

Kısa yeşil bir ağaç durakoydu ardına yaslanıp. Ağaçları gözsüz derler. Seni de öyle dedilerdi. Kimselerin göremediği onca çocuk  gözyaşı nereden döküldü bilemedim. Kızarmasız ve yutkunmasız bir rüzgarın kuru yaprakları taşıması kadar çıtırtısızdı uğuldayışı nefesinin.

Küçücük bir ağaç kalakaldı fırtınada ardına yaslanıp. Düşmek nedir hiç bilmemiş de olabilirsin, tutulmayı tutunmak sandığın için. Kökleri yeterince derin tüm ağaçlar gibi, sular  hep yeraltından gelir sandın belki. Ne kadar içsem, bir türlü susuzluğumu kesmeyen çok soğuk köy çeşmeleri gibisin ya da doymanın mümkün olmadığı az az yenen ucuz bayram çikolataları gibi. Güzelliğine doyulmaz mı bilemiyor insan. Güzelliğin mahrum bıraktığın yoksunluğun ardında. O da dallarının ardında saklı kalan gövdende kazılı.  Birkaç nesil evvel cam kesiğiyle ismin kazınmış gövdene sanki. Öğretilmiş ve itaatkar bir iktidarla yaslanmış bekliyorsun fırtınayı. Üşümeyi bilmemiş olamazsın, ıslanmayı da..

 Büyüdün ve reçinelerin dolaşmaya başladı içinde artık. Belki bunu görmek için bakıyorlar sana. Gölgen de boyun kadar kısa, adımlarınsa küçük ama çok gürültülü. Yürüyen ama şimdi ardına yaşlanıp gelen fırtınayı anlamaya çalışan bir çocuk ağaçtın. Sana çocuk demek imkansız dediler. Oysa sen sadece tek bir dil bildin konuşmaya. Anlayıp da konuşamayandan yazıklı çok şey yok. Konuşuyor da anlamıyorlar bir çoğu.



Lütfen ağla, aksın reçinelerin hatalar yap ve coş ya da bırak tam olarak sadece olduğu gibi kalsın her şey. Ama asla az fazlası olmasın. Hiçbir fazla, az olduğunda güzel değildir. Yağmurun Muson gibi, ya da bahar sonu sağanağı olsun ya da avucundan akan ter damlası sadece. Ama bardağın dibindeki son yudum suyla sulama yeşillerini. Rengin solar, gölgen kısalır. 

Sen ya bilmez gözlerle bak fırtınalara hiç üşümemiş gibi yeşil cevizli yaprakların, ya da ver elini toprağa hiç değmemiş günahlar bul reddederek tüm mevsimleri ismini dahi evvelden duymuş olduğun.