'Bir insanın ne olduğunu,  gerçekte ne halde ne düşünüşlerde olduğunu bilmemek daha iyidir bazen' böyle demişti adam. Belki de kitapta okumuştu. Yeşil Kabanlı Bay Kamil, uzun zamandır saklandığı yerden çıkmaktan başka çare bulamadı.

Siz benim neden sustuğumu nereden bileceksiniz.. mırıldanarak yürümeye başladı yeniden. Elinde bir 'gevrek' kemirerek. Bir çaydan iki yudum alacak zaman vermeden kendine. Havanın ayazına sevinip, kabanını alıp sırtına döküldü yollara. Düşünecek çok şeyler vardı.
Yepyeni bir tüp geçit vardı, nükleer santral de yapılacakmış. En son bor diye bişey vardı, o iyi bizim memlekette de çoktu ya hani.. oralarda kalmıştık..dedi içinden. Rüzgar tabi yeter mi hiç dere gibi olur mu, çöpten elektrik yapılsa pis olur mundar olur dedi içinden. Bu bahsi daha sonra arkadaşlarla uzun uzun konuşmaya karar verdi. Zira Japon başbakanı pek kibar adamdır, efendi adamdır, aksini söyleyenin karşısına dikilirim dedi. Böyle sert bir çıkış yaptığını farkedince elin Japonuna bile, yürüyüşü bi değişti, bi dikeldi, omuzlar geriye attı inceden, ayaklar biraz daha ileri atıldı..  Aniden bir hüzüne döndü o Üsküdar'daki pembe bulut..

 Her pembe bulut, her pembe, her bulut, her rüya gibi.. ansızın bastıran bir süprizle dökülüverir aklına umutsuz unutamayışlar. Bugün Karayalçın hükümetini özlemek gibi, Şehnaz Tango'yu  izlemeye çalışmak gibi, birlikte uyunan oyuncak ayıyı atamamak gibi.. Hayatının anlamını bulduğun, kurduğun en kuvvetli değerlerin artık naif duygulara dönüşmesi bir mutsuz bulut yağmursuz. Hele ki duygular hala ilk değilse de, ikinci günkü kadar canlıysa...İmkansızlığı yok sayarak düş kurmak tam düşperestlik her daim hüsrana mahkum.

Ben de Orpheus gibi çalıyorum şimdi
hayatın tellerinde ölümün ezgisini
ve yeryüzünün, bir de cennetin efendisi
gözlerinin güzelliğine söyleyebileceklerim karanlık şarkılardır yalnızca.  

Unutma, sen de ansızın, hani o sabah, 
kurumamışken daha döşeğin çiy yağmurlarından,
karanfil henüz uyurken göğsünde, görmüştün o karanlık nehri,
akıp giderken senin kıyılarından.

Gerip suskunluğun tellerini,
akan kanının dalgalarına ses veren yüreğine sarılmıştım.
Gecenin saçlarına dönüşüvermişti bir tutam saçın gölgelerde, 
karanlığın o kömür rengi taneleri kar gibi yağarken yüzüne.

Senin bir parçan değilim ne yazık ki,
yakınmaktır şimdi tek yapabildiğimiz.
Şimdi ben, sonsuza dek kapanmış
gözlerinin maviliklerinde yüzmekteyim.
-Karanlık şarkılar/ Ingeborg Bachmann

Yeşil kabanlı bay kamil, başını kaldırdı.. Pembe bir bulutun içinden geçti gözleri, renksiz. Seslendi:
- 7'ye yirmi var...
Saati soran kadın yürüdü gitti, ardından baktı. 'Saat' dedi içinden, yediye yirmi var, sabah da saate baktığımda otobüse yürüyordum. Ne güzel kokuyordu önünden geçtiğim ağaç.Eskiden o civarda bi de ıhlamur vardı ama inşaat yapılıırken kesildi heralde .. Beyoğlu'nda İstiklal'de Hollanda Konsolosluğu bahçesinde galiba ıhlamurlar var bi de, Galatasaray Lisesi'nden aşağı inerken yaz sonu pek hoş kokuyorlar... Başka gelmedi aklına, eskiden her yerde doluydu oysa, yazık dedi. Ihlamuru bile artk ithal kutularla alıyoruz. Dalından tırmanıp toplardı çocuklar, kuruturdu herkes bahçesinde.. Daldı gitti yine aklı.. Başını kaldırdı, bulut dağılmış, pembe- maviye dönmüştü. Mavi en hızlı unutturan, unutulan renktir.
Saate baktı, 7'ye on var.

Unutmak.. mümkün mü.. Asla... İmkansızlığı kabullenmek, belki biraz ancak. Mümkünsüzlük, unutmanın imkansızlığından daha keskin bir mavi.. Unutulasıca her an... Her an.. Her an..