"İcraatin içinden" ve "icraata Bakan'lar "

Yeşil Kabanlı Bay Kamil okudu.. Oku dediler, yaradan Rab'bın adıyla oku... Okudu. anlamadı..
Öykü bilim kurgu sanırm. Ya da biraz gerilim ve komedi karışımı. Absürd ile stratejinin içiçe girdiği bir metindi. Ben de okudum.. İlginç ama sıkıcı. Tüm zıt kavramları bir arada barındırıyor.

Öykü 21.yy'da Mezapotamya ile Trakya'nın ortasında, Asya ile Avrupa'nın arasında geçiyor. Yazar on gün, on ay ve on yıl üzerinden anlatıyor . Ancak bahsettiği stratejik yapının kuruluşu 19. asrın sonuna dayanıyor.
Öykünün dili de oldukça karmaşık. Kimi zaman coşkun, heyecanlı hatta umut dolu bir ifade kullanan yazar, bir çok yerde yılgın hatta teslim olmuş hayatın anlamsızlığından dem vuruyor. Buna karşın kimi zaman öfkeli anarşist hatta teröre yatkın söylemleri var. Halk düşmanı ve elitist bir yazar mı yoksa bir demokrasi ve birlik inancı mı var anlayamıyorsunuz..Her harf baskı kokuyor ama..Yazar ya yasaklandığı için ya da kendi içine sindiremediği için bişeyleri anlatamıyor.. Sıkça "aslında, yani, ama, belki de, yine de.." bağlaçlarını kullanıyor.

Geleyim anlattığı metne: 
Diyor ki, "İcraat" adını verdikleri bir süreç var. Yazar bunu ikiye ayırmış, "icraatin içinden" ve "icraate bakan'lar" Bakan kelimesinde alegori var sanırım.
İcraatin içinden kısmında İngiltere'de Demir Leydi ile paralel bir yapı var. "Paralel yapı" tamlamasına da biraz takılmış nedense.. Anlattığı yerde bir devlet var. Reformist ancak dini kurallarla yönetilen  mutlak monarşiden; sosyal, demokratik bir ulus devlet yapısına geçilmiş....mm... dedim ya çok detaylı.. Bu kısımda çok büyük bir savaş destanı var. Mitolojik düzeyde destansı... Yunan tanrılarının yenildiği düzeyde büyük, insanoğlunun inancının yeryüzünün kaderini değiştirdiği türde bir destan..Ancak pek yazılı kaynağa geçirilmediği için son tanıkları da ölüme terkedildiği için bir iki heykel ve bir iki şiirle unutulmaya bırakılmış bir destan.
Yazar bu tarih bilincinin değişimini anlatarak başlıyor aslında romana. Okullardan eksiltilen milli tarih ve felsefeni yerine din geliyor, spor ve sosyalleşmenin yerine ibadet ve dini sohbetler geliyor. Aşkın yerine evlilik, uzlaşmanın yerine kabullenme ve kadercilik, adaletin yerine güce tapma ve iktidar sahiplerinden medet umma geliyor. Zamanla insanların değerleri değişiyor. Amerika'ya göç eden Avrupa'lıların, soykırımdan geri kalan son Kızılderililer'e yaptıkları gibi, rahata alıştırılıyor, bağımlı hale getiriliyor ve değerleri değiştiriyor.

Bu noktada yazar, tekrar eğitime bağlıyor. Eğitim yapısında düşünmeyi gerektirmeyen, sistemde gelişmeyi tavsiye etmeyen kolaycı yapı bireyleri ilkelerinden uzaklaştırarak yıldırıyor. Apolitize ediyor. Sağlamcı ve tamahkar bireyler oluşturuyor. Bireyler, daha iyi için mücadele etmiyor çünkü önlerine bir çıta konuyor ve asla onu aşamayacakları gösteriliyor. Kolaycılık, tembellik, iş bilirlik gibi gösteriliyor.
Politikası Kazanmak, üretmekte önemlidir olan bir yapı, var olan herşeyi satıyor. Bu noktada Demir Leydi'ye yine gönderme yapılıyor. Onun devleti küçültme modelini uygulamaya çalışan devlet, kendine uygun olmayan bir politikayı seçerek hatalı davranıyor. Zira bu noktada kurgu başlıyor.

İcraatin içinden kısmında, devlet küçültülüyor ve yeni değerler getiriliyor. Kolaycılık, tembellik, kazanç, adaletsiz zenginlik, gösteriş ve zengin dostluğu, küçülen aileler, bireysellik. Devlet bir başka devletle "dost hayatı " yaşıyor. Bu dost hayatı, sonraki dönemle olan bağlantıyı kuruyor.
Buraya kadar tamam.
İcraatin içinden kısmında borçlanma, bireylerde apolitizasyon, kolaycılık ve harcama alışkanlığı gelişiyor. Yoksulluğa alışkın olan insanlar satarak harcamayı seviyor. Yeni değerleri de benimsiyor. Sonra, devletin sarp kayalıklarla kaplı ve zengin yeraltı kaynaklarıyla dolu ancak en yoksul kesiminde bağımsızlık isteyen gruplar çıkıyor. Bu gruplar bu "dost" devletten silah desteği alıyor. Avrupa'dan da para desteği alıyor. Dost devletin silah satışına ihtiyacı olduğu için  tüm dünyadaki her türlü savaşı gizliden gizliye destekliyor ve kızıştırıyor.Ancak bunu açıktan değil, savaşan cepheleri ayrı kollardan destekleyerek yapıyor. Barış süreçlerini manipüle ediyor ve savaşların uzamasını sağlıyor. Daha çok silah satıyor. Zaten kurşundan çok uçak havan ve top satılması, ölümün ya da zaferin değil, sadece savaşın bekaasının hedeflendiğini gösteriyor. Pek çok zaman boşa yakın araziler bombalanıyor. Çözülebilecek her sorun, tüm kaynaklar sömürülüp "dost" devlet oradan alacağı bişey kalmayınca ve kendi yönetim altyapısını kuruncaya kadar sürüyor.
İşte bu devletin dağlık kesiminde de benzer şekilde bağımsızlık isteyen grup bu şekilde destekleniyor.
Yazar ara ara kişisel yorumunu yapıyor, ulus devlet yapısının demode olduğunu ve bağımsızlığın verilebileceğini ya da eşit yatırımların yapılabileceğini söylüyor. Yine de bu savaşın bu kadar uzun sürmesinde en az suçlu olanın bölge halkı olduğunu ifade ediyor.

Bir seçim döneminde, dost devletin komşu diğer ülkelerde yaşanan hızlı iç savaş ardından dış destekli yöneticilerin getirilmesi sürecine benzer şekilde dağlık kesime de bir takım sözcüler geliştiriliyor. Bu sözcülerden bir tanesi ki çok ağır savaş suçları işlemiş ve insanlık suçları adına çok ağır ölümleri hakettiği söylenen biri, bu devletin hapishane dediği bir alanda, belirli bir vadeye kadar misafir ediliyor ve orada çeşitli eğitimler alıyor.
Dağda ve çatışmalar süresince kendini geliştiremeyen kişinin, geleceğin lideri olabilmesi için, dil, genel kültür, dünya tarihi, politika, teknoloji kullanımı ve benzeri eğitimler alması gerektiği için o süreçte devlet, kendi düşmanını besliyor ve ilerde dost olmak üzere geliştiriyor. Bunu da "dost " devletin zorunlu kıldığı planlar dahilinde yapıyor.

Yazar, son on yıldan çok gerilere gittiğinde, devletin ulusal yapısının dağıtılmasının planlandığını anlatıyor. Devletin kendi iradesiye alınması gereken bu stratejik ve demokratik karar yine başka amaçlar ve başka iradeler tarafından  uygun bulunan zamanlarda organize ediliyor. Ne yazık ki yazarın bahsettiği devlette, yıllar boyunca bu stratejiyi geliştirebilecek düzeyde bir iktidar istikrarı sağlanamıyor.  "Dost ve müttefik" ülkenin, 50 yıl önce Güney Vietnam'da Ngo Dinh Diem'in devrilmesiyle sonuçlanan bir darbe yaptığı, 2002'de Dünyanın en çok petrol üreten ülkelerinden biri olan Venezüella başkanı Chavez'e yönelik ve Arjantin, Şili, Birmanya, Haiti, Kongo, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala, İran, Ekvador, Uruguay, Kamboçya, Yunanistan gibi ülkelerde de askeri darbeler gerçekleştirilmesini sağladığı kanıtlanmış.Yine de bu konudan hiç bahsedilmemiş. Dost ülkenin topraklarındaki "yerli" halkın gerçek anlamda soykırım gerçekleştirdiği ve bu gün o insanlardan bir kaç aktör dışında kimsenin kalmaması da söylemlerindeki gibi dünyaya barış getirmeye çalışmadıklarının bir kanıtı.

Yazar, yine federal devlet yapısına gidiyor. Ulus devletin birleştirici unsurunu din haline getiren politikaların ardından federe devleti kuracaklarını, bu noktada yerel yönetimleri elde etmenin, devletin esas yönetimini kazanmaktan önemli olduğunu söylüyor. İllerin ve bölgelerin taksi duraklarının, toplu taşıma hatlarının, kamu binalarının kullanımlarını yerel yönetimlere vererek, belediyelerin yetkilerini ve gelirlerini artıracaklarını anlatıyor. Yetki ve geliri artan belediye, devletten özgü şirket gibi çalışan devletçikler oluşturacak, ilerleye dönemde vatandaşın vergisinin düşürülmesi iddiasıyla ve anasayasaya konan bir kaç cazip teklifle halk hazrı olduğunda federe yapı kabul edilecek. "Dış işlerinde bağımsız iç işlerinde bağımlı " tanımıyla masrafları devlet'ten, işletme hakkı ve avantajları "dost" devlete sunulan dağlık kesimdeki insanlar için fazla birşey değişmeyecek ancak en azından kendilerince bir savaş kazanmış olacaklar. Kendi yönetimleri olmasa da kendi bayrakları ve temsilleri olacak. Bu  çerçevede, kendi kaynaklarını kullanamıyor olduklarını idrak edecek kadar eğitim alabildiklerinde ve bu "dost" devletten bıktıklarında zaten kaynakları kullanılmış, borçlandırılmış, eğitim ağı ele geçirilmiş, özgür olduğunu zanneden bir sömürge haline gelecekler.
Aslında bu durum devlet için uzun yıllardır geçerli. Ancak devlet bunun farkında ve yine de gaflet uykusundan uyanmadı. Federasyon ile ilgili görüş bildirmeyen yazar, dağlık kesimin bağımsızlığını bekliyor. Bu esnada devletin isminin ulusal yapıyı ifade etmeyen bir isimle değiştirileceğini söylüyor.

Teknolojiye vurgu yapan yazar, çok değil ama uzun vadede Mars One Projesinin dilleneceğini anlatıyor. Marsta yerleşmenin yaygınlaşacağı, klonlamanın organ düzeyinden robot düzeyine geleceğini ve geliştirilen algoritmalarla yapay zekanın kendi karar verme algoritmalarını geliştireceğini ifade ediyor. Analizlere göre hangi algoritmayı kulllanacağına karar veren yapay zeka ile gerçeğe yakın dokular, yeni insanı oluşturuken; yeni insan da ekran kültürüne bağlı evrimini sürdürecek. Algısı ekran düzeyinde sınırlı kalan birey çevresini algılayamayacak ve strateji kurma yetisini yitirecek. Gördüğüne inanacak, dünyadaki veriler dijitalize edilmeyener kullanılmayacak, okuma yok olacak, dokunma ve düşünme üzerinden gerçekleştirilen eylem bireyi doğa ve mekanlar ayıracak.Zira oksjenin tükenmesi nedeniyle optimize edilmiş yaşam alanlarında
hayatını sürdürmeye çalışan insanoğlu, beslenmek için de tamamen suni gıdalar kullanacak. Zira doğal tarım için alan kalmayacağı gibi, tohumların hızla yetiştirilmesi için ne toprağa ne de güneşe ihtiyaç yok.  Ayrıca yazar, geleceğe dönük muğlak bölümlerde , insanlardan çok daha önce Coca-Cola'nın yerçekimsiz alanda push makinelerini çalıştırmak üzere çalışması (2 çalışmak, bu çalışmaya az bile) vizyonlarının genişliğini mi gösterir, emperyalizmin uzayda da devam edeceğini mi? diye soruyor.
Devlet yöneticileri Reyhanlı'da olduğu gibi, bir ülkenin başka bir ülkede iç savaş çıkarması gibi, suni bir savaş çıkarmaktan bahsettiği ve asırlardır yapılan basit bir politikayla ilgili seslerinin kaydedildiğini anlatıyor. Bu basit politikayı neden küçümsediğini anlamadığım yazar, bu noktada ölenleri mi umursamıyor, yaşamı mı, yoksa hayatın ince bir iple bağlı olmasına mı öfkeli anlamıyorum. "Bazılarının ölmesinde sakınca olmadığına karar veriliyor ve bu gerçeği de görmezden geliyoruz" oysa bugün de su savaşları yapacağımız gelecekte de bazıları ölmeli ki, diğerleri yaşasın.. Barış bir yalan, güçlü olanın güçlenmesini sağladığın sürece yaşamaya hakkın var. Sömürülecek bir değer üretmiyorsan sistem seni yok sayıyor. Kötü ve sağlıksız olan gıdayı yoksul olanlar tüketecek.
Kanserojen olanlarla da 3. dünya ülkeleri beslenecek ve bunun için de borçlanacak. Hem sağlıksız , hem borçlu hem de genetik olarak bağımlı olacaklar. Ne yediğine bakmayan insanlar, bir kaç nesil sonra evrilecek. Yönetilecek, genetik yapıları belli bir politik yönde değişecek. Yazar bununla da ilgili detaya girmiyor. Tohum ıslahı ve genetik alanını bir tabu olarak görüyor. Bu konuda yazmaktan ziyadesiyle imtina ediyor. Sanırım bu konuda düşünmeye dahi korkuyor. Yine de "gelecekte irade olmasa da umut olacak" diyor. Tekrar anlattığı döneme dönüyor ve teknolojiyle bağlıyor. Ses kayıt cihazından olduğunu ya da telefonla konuşulduğunu düşünme düzeyindeyken beyin dalgalarıyla yönetilen cihazlardan, takip sistemlerinin çip olarak insan bedenine entegre edilmesi ve bununla kayıt yapılabilmesinin çok kolay olduğunu neden düşünmüyorlar" diyor.

(Çakma: başka ürün üzerine marka etiketini basma, taklit ise ürünün aynısını yapmaya çalışmadır, kimi zaman farklı marka bile üretilir.)