Terkinin peşi

Aslında bazı sonsözleri tekrar okuyabildiğimizde, resimleri daha net görüyoruz.
İnsan aklı işte, kendince tereddütler, hoşuna gidecek olasılıklar, umut dolu ihtimaller besleyip, yeşertmeye çalışıyor. Yeşerenler Haziran'da hızla kavrulup, kuru samana dönüşüyor.

Bakmayı istediğin yerde yüzlerce iz yaratıp kendine onların ucunda kendine ait bir boşluk, senin için hazırlanmış bir gönül tahtı ararsın.
Oysa vaktinde bile oturduğun hiçbir koltuk tam ve gerçek anlamıyla senin olamamıştır zaten.
İletişim kanallarına bakın... Ne kadar aşikar. Yoksa eğer, yoktur. Gördüğünüz aslında kapı aralığından dikizlediğinizdir ancak.
 İnsanın kendini, izlediği maceranın bir parçası sanma duygusu, pornografi için kullanılan bir zayıflıktır. Bu zaafı göstermek belki o izlek için eğlenceli gelebilir. Ama gerçek hayatta dikizlemek ve başka insanların duygularında kendinize yer aramak son derece ilkel ve yersiz davranışlardır.

Kızabilir misin "bana mı söyleniyor acaba?" duygusuyla kapı dinleyen çocuğa? Ve olumsuz istenmeyen konuşmaları hep kendi üzerine alınan evdeki zoraki misafir kalana? Ben kızamam. Ama bir noktada, idrak farzdır.

İnsanlar, doğrudan söyleyebilecekleri imkanları varsa, bilmemizi istedikleri şeyleri doğrudan söyler, söylemelidirler. Siz kapılarınızı ve pencerelerinizi aralık bırakın yeterlidir. Bunu söylemekten Aczini bildiğiniz insanlar varsa bile, aralık kapılarınızdan sızdırırlar bakışlarını. Oysa siz inanmak istediğiniz şeyler için başkalarının hayatları üzerinde ihtimaller peşinde koşmaya başladıkça, artık herşey anlamsızlaşır.

Duyduklarınız, gerçekleriniz.. hatta yolun başında peşine düştüğünüz umudunuzu artık ne kadar istiyor, istemeli olduğunuz bile değişir.. Tüm bunların değişmesi için gereken sürede, siz kala kapı deliğinden başkasının hayatındaki yerinizi dikizliyorsunuzdur. Yo yo yo.. ne ilkelsiniz...kurtulun bundan.

Belki de artık aynı tarafta olmadığınızı anlamak için, o yöne bakmamanız gerekir. Atacağınız geri adımlar ve ruhunuzdaki kıytırık avuntu mazeretleri için haklı gerekçeler bulmak zamanıdır belki. Zira, gidenler için, geri dönüşlerini düşünmek... Onların gidişlerini yok saymaktır. Gidenler, gidebilenlerdir. Kalanlar, bari kalmayı becermeli. Terk'inin peşine düşmeden kendisinin.

Yine de kabul etmek gerek, "yabancı" olduğunuzun ilanının başkalarınca yapılması ve bunu kabullenmenizin gerekmesi pek de insancıl değil. Üstelik adapte olmak zorunda kalmak ve bu zorunluluğa gerçek anlamda inanamazken, tüm gerçeklerin ortada olması bile yetmiyor.

Sonra soruyor kalem, şiir nerede?
Cehennemin dibinde bebeğim! Biz ne ilkel yöntemlerle idrak etmeye çalışıyoruz gerçekleri. Acını yazabileceğim duygularımızı bile elimizden almışsın. Bu düpedüz afaroz!
Ve kiliseden atılmış biri olarak, tanrıyla olan ilişkimi sorgulamak, esastan çıkıp değerini yitiriyor. Oysa tek gerçek olan oydu. Kiliseye gidişimizin amacı da...Ve afaroz..Artık tanrıyla ilgili değil. Onunla konuşabilecek olma ya da onun kapısından kovulmanın getirdiği sahipsizlik duygusu, ona karşı bir öfke doğurmasa da, insan ruhunu ondan uzağa götürüyor.
Ve kilisenin kapısından gözetliyorsun.. Tanrı beni istemiyor mu? Yok ya Hu.. seviyordu tüm kullarını..Derken ayetlerini okurken tüm değişik kitaplarında, artık aradığın kilisenin anahtarı oluyor. Artık o ayetleri başka gözle okuyorsun. Tanrını sevmeye ve o duyguyu özlemeye gelemiyorsun. Neden afaroz edildiğin bile değil artık mesele. Zira kilise seni kendince bağışlamadıkça sen geri gidemeyeceksin. O yüzden ipuçları, gerçeklerden daha değerli oluyor kimi zaman.

Ve  aziz peder af dilediğinde.. tanrını düşünüyorsun. Bu af kimin için? tanrının sesini ya da ona seslenilişini bile duymak fazla belki.. Çünkü artık işaretleri yanlış okuyoruz.. Atlar gelmişti ordularıyla, şehrin düşmediğine sevinmiştik. Biz kentten de kovulmuşuz, gidilmeyen ve surlara dayanan olmuş kitabından öpen gözlerimiz.

Yorumlar