“Elektrikler kesikti çalışamadım hocam” yaşını çoktan
geçtiğimiz, 30 yaş sendromunun erkenini devirdiğimiz, kendisini atlattığımız
şeddeli eşşek kadarlığımızda, internete erişemeyişimizi değerlendiriyorduk.
Sen, ben, bizim oğlan; Atos, Portos, Aramis (Dartanyangil daha gelmedi), Etos,
patos, logos; Recep,Şaban ve Ramazan; Hatta ben, keyfim ve kahyası ile çeşitli
üçlemeler içinde bir üçgen oluşturamayışımızın kederini de yaşıyorduk. Üstelik
hepimiz dik dik konuşuyor, eşzamanlı ve eşkenarları divanlarda yayılıyorduk.
3-5-2 futbol düzenini seviyor ve yine 5 eksiğiyle bir üçgeni daha
tutturamıyorduk. Ekipler öyle uyumsuzdu ki; değil tabu takımlarına,
okey masasına bile çeviremiyorduk. Dartanyanın
yerine Şaban’ı koymak ya da Logos’un yanına keyfimin kahyasını eşlemek ve çifte
gittiklerinde işaretleşmek için masa altından çoraplı ayaklarıynan birbirlerini
dürtüklemelerini beklemek yakışık almıyordu.

Üstelik hala internetimiz yoktu. Elektriğimiz olmasa daha
iyiydi sanki. Var gibi olup da olmayan şeyleri kimsecikler sevmezdi.
Dondurmanın sulanması, pastanın kuruması, dolma tenceresinin boş olup dibinde
suyula hüsran yaratması gibi durumlar insan psikolojisini derinden etkileyen
tıp literatüründe yer bulamamış mini travmalardı. Ama etkisi hızlı geçtiği için
onlara travmay diyorduk. Biz böyle kalabalık ve kabalaşmaya yatkın alıklar
topluğu olarak boş konuşmalar otağında yaşar ve yaşlanmadığımızı zannederken
git gide kalabalıklaşıyorduk. Birileri masa altından çorapla dürtme işini
ilerletiyordu ve sanırım bölünerek çoğalma eğilimi gösteriyorduk. Bölünmek bu
durumda azalmak mı çoğalmak mı diye düşünürken; artmakta olduğumuzu
gözlerimizle görebiliyorduk.
İnternet hala yoktu. Yeşil kabanlı bay kamil uyuyordu. Yeni
ses bulmuş bir tüccar abimiz vardı. O zaman vücut bulamadan yine dijital
ortamlar tarafından kaybedilmişti. Biz onun özdenetim yaparak kendi sözlerinin
yayımlanmaması için bir sabotaj yaptığını düşünüyoruz.

Alem otostopçunun galaksi rehberini okurken;gutenberg
galaksisini edinmiş ve kitapla karşılıklı bakışma düzeyine gelmiştik. Daha önce
okuduğumuzu hatırlıyor ama ne zamanı, ne de içeriği hatırlamıyorduk. Bu
hatırlamayışın ızdırabını yaşamak için kitapla bakışmayı sürdürüyorduk. Biz;
beynimiz ve onun ota boka tepki verip kendini silen garip mekanizması. Kimi
zaman uyuduğunda ilhamlanan, kimi zaman uyuduğunda herşeyi unutarak uyanan...
Ama mutlaka sağlıklı oldukça sevimsizleşen bir şeydi. Susam Sokağındaki Bay
müzik ya da John Nash ya da tüm şairler biraz delidir gibi klişelerle saçma
sapan davranan ergen çocuklar gibi mi bakıyorduk nörolojik sağlığa bilemiyoruz
ama uykuya yattıkça kaybettiğimiz şeyleri özlüyorduk artık. Uyanık zinde ve
sağlıklı hallerimizse, Yunan feylosoflarının cimnazyumdan çıkmak bilmeyen
sarışın oğlan sevgilileri gibi hissettiriyordu. Mutlu olmaktan mı utanıyorduk,
yoksa sürekli uyuşuk beyin faaliyetlerimiz olduğunun mu idrakindeydik
bilemiyorum.
Bir aura özlemi miydi bilmiyorum. İnternetlerimiz kesikti
çalışamıyorduk. Zaten herşeyi unutacaktık. 50 ilk öpücük filmi gibi yaşamaktan
korkuyorduk. Ama hiç de korkmuyorduk aslında. Sadece internetlerimiz kesikti ve
bu duruma daha fazla sinirlenmemek için kendimizi gerecek ve üzecek daha
kontrol edilebilir meseleler bulmaya çalışıyorduk.

İnsanlar bunu her zaman yapar. Genelde farkında olmazlar
yaptıklarının. Çünkü alternatif dertleri de fena değildir. Patronunuzla kavga
ettiğinizde yarın yaşayacağınız günle ilgili onlarca senaryo beyninize ataklar
halinde yağarken, birdenbire neden pazara çıkmadığınız, telefon ve fotoğraf
makinelerinin hafıza kartlarını boşaltmanız gerektiği, aylardır çakmadığınız
çivi, lanet olsun hala çekici bulamadığınız.. gibi düşüncelerle boğuşmaya
başlarsınız. Çekiç ya da kahvaltıya doğranacak domatesin olmaması az sorun
değildir. Hele hele fotoğrafların arşivlenmesinin ivediliği... Tanrımm! İnsanı
her zaman depresyonun kıyılarından alıp kurtaran bir Nuh gemisidir. Hatta belki
Hızır gemisi...
İnternetlerimiz hala yoktu. Yazıları çevrimdışı yazabilir,
kitabı bilgisayarsız okuyabilirdik. Yine de olmayan internet iş
önceliklerimizin beynimizi nasıl sardığını ve tüm işlerimizi birbirine
karıştırmaya alıştığımızı gösteriyordu. Bu multi disipliner çalışma biçimi
verimsizliğin temelini oluşturuyor ama herşeyi eğlenceye dönüştürüyordu. Ama bu
yöntem yüzünden her işe yeniden başlıyor ve asla bitiremiyorduk.
Bu tespiti yapıp itiraftan kaçınmamamıza karşın, hala internetimiz
yoktu.
Vodafone itiraf etmişti. Bizim bölgemizde “iç kesimlerde” (cadde üzerindeki 3. Sokak sanırım iç kesim
oluyordu) altyapı ye
tersizliği vardı. 3. Kez kayıt oluşturmuşlardı. Sözleşmesi
3G hızında 6 GB internet sunmak olan cihazdan kaynı hızında erişime tavdık, ama
alamıyorduk. Elbette vadettiği hizmeti sunmaktan aciz Vodafone, mutlaka
sözleşmenin feshedilmesine karşı uygun parafı metne yerleştirmişti. 3. Şikayet kaydından
sonra hala inceleme yapmış olmaları yeterli olacaktı.

Hala internetimiz yoktu ama sabrımız vardı. Satürnün
yönettiği burçlar, kendilerine eziyet etmekten sapkınca bir keyif alırlarmış.
Eğitimin uzun süreli ve çileli olanına bayıla bu burcun salaklığı, gezegenin
yörüngesi etrafındaki turunu çok uzun sürede tamamlamasından kaynaklanıyormuş.
Bu da insanları uzun seyahatler yapmayı sevmeleri yönünde de etkiliyormuş.
Mışmışmış da muşmuşmuş... Bu pop versiyonu.. Bir de bahçede kişniş var Menşure
hanım
Kişniş var, internet yok. Dartanyan da geldi. Belki bi el
okey çevirir sonra da uyuruz.
Yorumlar