Karla karıŞIK



Şık Latife de kişinin tekiSenin gibi benim gibiAncak şık Latife değişik biriSabahları genellikle geç kalkarPortakal suyu içer
Aynalar söyler hep o dinlerKonuşulanlarsa güzellikler








Şık, şık… Şık Latife haftanın yedi akşamı
Şık Latife sabaha karşı yatarBoyası temizlenmiş gerçek yüzü
Ve bir geceliği ile Latife’dir artık

Her şehir küsmüştü insanlığına, Medeniyyete dargın, tüm güzelliklere küskün ve ümitlerin alayına dargındı hayal kırıklıklarınca. Çatlaktık. Hepimiz. Ar damarımızdan derindi yüreğimizdeki çatlak. Başımız öne eğikti. Kimse bakmıyordu bir diğerinin yüzüne. Nefretle bile bakmıyordu. Aklımızdan dilimizden fışkıran onlarca öykünün yüzlerce şiirin binlerce aforizmanın manasızlığında bile bakmıyordu. Öykünün dilinin anlamı yok. Yarın tatil olacak mı kiydi? Kiplerden kip beğen di.
İki cümlenin arasında, bir çay koymaya kalkmalık zamanda fikrimizdeki ince güllerin hepsi koptu da gülsuyuna döndü.















İnsancıl haftaiçlerimiz vardı oysa burada. Şehir hatları, semt içleri, iç açılar toplamında. Çapkınlığı daraltılmış çaplarda gezinirdik sadabadde. Sadabad'i bilir misiniz? Aynı sarayın yıkılıp yeniden aynı yerde yeniden yapıldığı yerdir. Sadabad, ma'mur yer'dir, Üstelik Sadabad Paktı, bu 3 sadabad sarayında da imzalanmamıştır ilkini 3. Selim'dir yaptıran. Beyaz Saray'ın Tahran'da olduğunu bilir misiniz? As white palace.



Sınıflı toplumların  üstyapısal gerçeklerini hiç düşünmeden ikeadan alışveriş yapmakla, izmir'de kent sosyolojisi yüksek lisansı yaparken ilçe merkezinin küresel kahvecisinde blush içmek arasında bir fark olmadığını konuşarak çubuk kraker kemirirken ve ayaklarımız kar suyuyla donmuşken de utanç içindeydik. Su geçirmezliksiz ama karküremeli tipli kışlıklı botlarımıza rağmendi bu.
Hani fukara edebiyatı yapmayalım. Hiç kalmadık sokakta mecburen.
Üşümelerimiz şarapevlerinin daraltılmış sigara localarında rencide olmaktandı.
Çırağan'ın dar balkonlarında sıkıştık demiyorum tabi her zaman.
Ama atmleri gece güvenli uyunabilir alanlar olarak görmedik, teknoloji marketleri buzdolabı kutusundan yatak yapabilmek için kollamadık.
Yine de otobüs duraklarında rüzgar yüzümüzü yağmurla tokatlamaya çalışırken tüm haysiyetinle yere bakmadan ıslanmak hep onurlu bir normallikti
E tabi çok da kırılmadık; sağanakta taksisiz kaldığımız zamanlarda bir kahve içecek paramız vardı sığınabilecek bir çatı bulabildiğimizde.
En olmadı, "hallederiz" derdik. Olmadı kahramanlarımız vardı başımızı beladan kurtaracak olan. Sıklıkla başımıza belaları musallat etmemize dolaylı sebepler olan. Anamız, babamız, atımız, avradımız..yeminlerin uçları hep boynumuza borçtu. Ve borç her yiğide kamçıydı. Kamçı can yakardı ve can havliyle düşünmeksizin koşardık. Durmadan. Nereye olduğunu bilmeden. Ne kadar yüklüysek o kadar kısrak, aygır..ne kadar yüklüysen o kadar dolap beygiriydik.
Acısı neydi bilir misiniz? Tüm bu yüklerin ve insanların hiç biri yoktu aslında.
Öldüğü günü düşünür pek çok insan. Çok azı ölümünden 3 ay sonrasını düşünür ama.
Zaten le başladığım hiç bir cümlemde ben de bilmiyorum ne kadar içten olduğumu. Zaten; eleştirel duruşla aldığımız nefes, bu yaklaşımla aldığımız her karar.. İçimizde hep ying, dışımızda hep yang

Çatal; kazık toprağa girmez diyen denizci olmaz. Tüm denizcilerin bildiği, bir geminin tek bir kaptanının olması gerektiği değildir. Bir askerin bilmesi gereken; bir yumurtayı on asker taşırsa mutlaka kırılır doğrusunu bilmek değil,  tüm tavukların bilmesi gereken, tüm yumurtaları aynı sepete koymamak gerektiğidir.
Utanç duyuyoruz. Yüzümüzü yerden kaldırmaktan. Söylenmekten ve sövmekten utanç duyuyoruz.... İkeadan, kar botlarından,blushtan
üşümekten, acıkmaktan, utanmaktan utanmaktan ve utanmaktan bile utanıyoruz.
Susmaktan, konuşmaktan, aşka dair herşeyden, şiirden, mustafadan, burjuvaziye içkin tüm sınıfsal mental disorderlarımızdan, şımarık hastalıklarımız ve bohemya rapsodilerimizden,

 eski dost komşu  ülke misafirlerini ele alışlarımızın çirkinleşmesine sebep olmasına engel olamayışımızdan, iran-rusya ve abd deki davanın sonucunu beklemeye mecbur kalmaktan, anlaşmaların sürelerinin dolmasına gün sayarken bugünkü hukukun anlamsızlığını izlemeye, Herkes yeni yıla girerken biz yıllardır 1984 e girmekten utanıyoruz. Kanserin çaresi yok sanmaktan, insanların "yedekleri" olması için teknoloji, dublörleri olması için paralarının olmasının yeterli olduğunu bilmiyor gibi davranmaktan, "çevreci" çalışmaları değerlendirirken Mars one projesinin geldiği sürdürülebilir teknolojik düzeyi göz ardı etmek zorunda olduğumuzdan, hukuku da kökeni o koparıp ,unutup tarihe gömmeye  çalıştığımız bir utanılan akrabamız roma gibi görmeye çalışmaktan utanıyoruz. Kaçacak yer var. Boş verecek zihin de var. Ama ben bu dili konuşmak, bu erguvanları görebilmek ve .....zaten işte... ama ile konuşmaktan utanıyoruz. Yazmaktan ve erguvanlardan utanıyoruz. 

Yorumlar